Ümit etmek hayatın sürprizidir

Seray Şahinler  İnsan ilişkilerini sade ama son derece dokunaklı şekilde anlatan yazarlardan Robert Seethaler’ın son kitabı “İsimsiz Kafe”, Timaş Yayınları tarafından Regaip Minareci’nin eşsiz çevirisiyle yayımlandı. Avusturyalı Seethaler, okuru 1966 yılına, savaş sonrası Viyana’ya götürüyor. Sezonluk bir işçi olan Robert Simon, şehir küllerinden yeniden doğmaya hazırlanırken sıradan, iddiasız bir yeni sayfa açarak “İsimsiz Kafe”sini kuruyor. Tıpkı Simon gibi ‘sıradan’ olan kafenin hikâyesi sıra dışı oluyor. Her bir karakter, dönemin Viyana’sına ve değişen Avrupa’ya dair izler sunarken, insanın hiç değişmeyen umudunu, özlemini, mutluluğunu, hayal kırıklıklarını yansıtıyor. Geçen hafta Timaş’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelen Seethaler ile konuştuk… 

■ Sizi 1966 yılına, Viyana’da isimsiz bir kafeye götüren neydi? 

Bir hikâyenin ilhamı kaynağını anlatmak çok zordur çünkü her hikâye bir ırmaktır, nehir gibidir; birçok kaynaktan beslenir. Yazara çok akıntı gelir. Ama Viyanalı olmam; ailemin oradan gelmesi ve şehri çok iyi bilmem bu romanın katmanlarını oluşturdu diyebilirim. 

■ Romana savaş sonrası atmosfer hâkim. Bir taraftan yeni dünya hayali varken diğer taraf sessiz ve gri… Bu durum Simon’u şekillendirmiş gibi görünüyor… 

Hikâyenin çıkışı yeni bir dünya fikrinden geliyor. Savaş sonrasında Viyana yıkılmış, harabe bir yerdi. Simon bu yıkıntıların arasında yeni bir dünya oluşturmaya çalışan, şehri yeniden kurmak isteyen gençlerin arasındaydı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra herkes hâlâ şoktaydı ama diğer taraftan yeni bir şeylerin oluşması gerekiyordu. Herkeste önce sessizlik vardı, sonrasında hareketlenmeler başladı. Bu hikâye de burada başlıyor. 

■ Neden İsimsiz Kafe? 

Bunu Robert Simon’a sormam lazım. Simon, 10 yıl boyunca düşündü ama bir isim bulamayınca, hayatta bir şeylere illa bir isim vermek zorunda olmadığımızın farkına vardı. Kafeyi kaybolan ama hâlâ canlı olan; içi parlayan bir yer olarak kurguladım. Herkesin kendisini olduğu gibi kabul ettiği bir yerdi. 

■ Simon, Türk edebiyatındaki “Tutunamayanlar” karakterini çağrıştırdı bana okurken. Neydi Simon’un derdi? 

Çok büyük bir hedefi yok, hedefi sadece bir şeyler yapmak, bir şeylere çabalamak istiyor. Ama ‘asla bırakmam, vazgeçmem’ diyenlerden biri değil. Bazen, insan ortaya bir şeyler koymaya başlayınca onun devamı için hayal kurmaya başlar. Yapmak istediği şeyler geliştikçe yeni hayaller de gelişir. 

Bir umudun var olma ümidi hayatın sürprizidir. Umudun var olması, yeni sürprizlere açılan kapı gibidir. Her an bir şeylerle karışılabiliriz ve bu hayatımızı yeniden şekillendirebilir. Dolayısıyla yazarken özellikle daha nahif ve hoşgörülü insanları anlatmayı tercih ederim. Nahifliğin bir aptallık gibi görünmesini değil o insanların iyi niyetlerini ve saflıklarını ortaya koymalarını isterim. 

‘40 yıl önce Beyoğlu’ndaydım’

Robert Seethaler aynı zamanda bir oyuncu. Yazarın “Tütüncü Çırağı” romanı da 2018’de filme uyarlanmıştı. Yazara İstanbul’a ilk gelişi olup olmadığını sordum. İlginçtir; son olarak 40 yıl önce Beyoğlu’na gelmiş. “40 yıl önceki İstanbul’u hatırlıyorum. Beyoğlu caddeleri daha boştu. Burayı çok sevmiştim” diyor. Seethaler’ın “Bütün Bir Ömür” romanıyla 2016’da Booker Ödülü finalisti olduğunu da ekleyelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir